16 May 2017

Son gördüğüm dağ Bêzar’dır; öldüğüm dağ Bêzar (Evrim Alataş)


Bêzar Dağı
Şarkıda diyor ya “Şukriyê min bê biharê”, yok hayır, benim adım Şükrü değil, Fidel’dir. Hemen anlatayım meseleyi… 1976’da doğdum, Malatya’da. Tabii o zamanlar devrim havası esiyordu memlekette. Adlarımızı da o havanın tesiri ile koydular.

Kimimize Stalin, kimimize Lenin… Bana da Fidel düştü. Ama ortaokul yıllarında devlet ailelerimize dava açtı. İsmimi Şükrü olarak değiştirdiler. Fakat yeni ismim sadece cebime bir türlü sığdıramadığım kimliğimde yazılı kaldı. Hiç kimse bana Şükrü demedi. Şarkıda Şükrü denmesine de bozuldum, yalanım yok.

Nereden başlayayım, size bu “Çîyayê Bêzar” şarkısının hikayesini nasıl anlatayım… Yani bizim hikayemizi… Biz Malatya’da bir grup gençtik. Çoğumuz dersane öğrencisiydik. Sene 1994’tü. Her yer hareketliydi. Dağların tümü… Herkes kendisine dağ seçiyordu. En çok herkes dağların adını biliyordu. Ben, biz, yeşil bahçelerde, kayısı ağaçlarının arasında büyümüştük. Hepimiz daha yeni yeni sararan kayısılar gibiydik. Çok genç. Çekirdeklerimiz kararmamıştı bile. Biraraya gelip gülüşür, tartışır, planlar yapar, hayaller kurardık. Çekirdeklerimiz kararmamıştı ama gözümüz karaydı.

Bu bahsettiğim grubun içinde dersane öğrencileri vardı, bizim köylü arkadaşlar, başka köylerden gençler… Biz de kendimize dağı seçmiştik. Çoktandır dağ başlarında düşlüyorduk kendimizi. Fırsat kolluyorduk. Derken, bizim köylü olup da çok önceden dağa giden İrfan’ın yakınlarda bir yerlerde olduğunu, komutan olduğunu duyduk. Kimler gidecekse gitsinmiş. Ben de yükümü tuttum. Kimselere söylemeden, kuzenim ve köydeki diğer arkadaşla beraber, ayrı bir koldan vurdum Adıyaman yoluna.

Mayıs’tı, bahardı, yeşildi, çiçekliydi her yer. Yol boyu dereler coşmuş, kuzular etrafa salınmış, her yeri çiçek ve tabiatın yeni yüzünün kokusu sarmıştı. Bindiğimiz dolmuş süzüle süzüle vardı Adıyaman’a. Her şey gizlilik içinde; her şey heyecan, istek, kaygı, coşku… Her şey iç içe… Derken vurduk bir köy yoluna. Gittik ki ooo, herkes orada. Bekliyorlar. Bizden önce gitmişler. Sayımız epey arttı. Sonra beklemeye başladık. Bizi İrfan ile buluşturacak olan aracıdan gelecek haberi…

1993 katılımlı Gerilla Deniz Güner (Rizgar), Bêzar'da şehit düştü
Bir gün sonra dediler ki bize “Haydi kalkın, gidiyoruz”. Vay be! Demek ki gidiyoruz. Tabii biz böyle kendi heyecanımıza boğulmuşken, arkamızda tenekeler çalınmaya başlamış bile. Devlet istihbaratının herşeyden haberi varmış. Neyse, toplanıp yürümeye başladık. Yürü babam yürü. Yol bitmez, güç biter. Köy çocuğu olsak da, kayısı çocuğuyuz biz, dağ çocuğu değiliz ki. Genciz genç olmasına da, yine de enerjinin bir sınırı var. Sözü uzatmayayım. Vardık İrfan ile buluştuk. Başkaca bir iki gerilla daha vardı yanında. Epeyce heyecanlandım. Bir geceyi onlarla bir mağarada geçirdik. Yeni hayata adım atmıştık artık. 17 Mayıs gecesiydi.

18 Mayıs günü erkenden uyandık. Bundan sonrası yürüyüştü. Eğitim kamplarına ulaşıncaya kadar yürüyecektik. Dağ başlarının serinliği sarhoş etmişti beni. Doruklarda kar birikintileri kalmış ama hemen başında bakıyorsun bir çiçek boy atmış. Demek böyleymiş dağ başında olmak. Mağarada uyuyup, şafakla uyanmak…

Yürümeye başladık. Hepimizde başka bir ruh hali. Hepimizde başka bir dinçlik, başka bir yorgunluk. Karışık mı kafam? Yok değil. Meraklıyım şu anda. Ne kadar gideceğiz, nereye gideceğiz, orada kaç kişi var, ne kadar eğitileceğiz, sonra nereye gönderileceğiz?..

Bir ara uçak sesleri geldi, F-16. Saklandık. Tesadüftür dedik. Yürümeye devam ettik. Uzaktan çobanlar gördük. Sürüleri yoktu ya, yine de işgillenmedik. Onlar gözden kaybolunca, yine devam ettik. Derken açık bir yerdeydik. Bu sefer helikopter sesleri gelmeye başladı. Daha şaşkınlığımızı atamamıştık ki helikopterler göründü. Bunlar da neyin nesi şimdi? Bu düzlük yerde, kaçacak, sığınacak bir parça bir şey yokken al sana helikopter. Birkaç kişide silah var sadece. Hepimizde olsa ne yazar! Açık arazi.

Adamlar bizi bombaladılar. Taradılar. Öldük…

Bêzar dağının yamaçlarında, 18 Mayıs günü öldüm.

Ölülerimiz tek tek sürüklendi.

Bir kamyon kasasına doldurdular bizi. Alıp Adıyaman’da jandarma merkezine götürdüler. Üst üste yığdılar. Annem erken duymuş. Gelip ölümü kurtardı. Diğerleri o gece kaldılar. Onların anneleri, yarım yamalak alabildi ölüleri.

Budur benim hikayem, budur işte Bêzar’ın hikayesi.

Şükrü değil, yok hayır, Fidel’di benim adım.

* Adıyaman’da 17 Mayıs 1994 tarihinde, çoğu yeni katılım olan yaklaşık 28 PKK‘li kimi anlatıma göre ihbar sonucu, kimi anlatıma göre ise itiraf sonucu, Türk devlet güçleri tarafından kimyasal silah ile katledilirler. Tanınmaz hale gelen cesetleri ise Adıyaman belediye mezarlığında bir çukura gömülür… 

** Bu yazı Aralık 2009'da Evrim Alataş tarafından kaleme alındı. PolitikART'ın 'Hikaye' sayfası için yazmasını rica etmiştik, "Bir şarkının hikayesi" diye. Sonra Mart 2010'da arayıp, yine PolitikART için bir yazı yazmasını isteyecektik ki tedavi için hastanedeydi, (yanılmıyorsam) kızkardeşi telefona cevap vermişti. Arkadan sesi gelmişti Evrim'in, "kimdir arayan?" diye. Durum böyle olunca isteyemedik yazı yazmasını. Çok geçmeden, 12 Nisan 2010'da vefat etti. Bize son yazısıydı "Son gördüğüm dağ Bêzar'dır; öldüğüm dağ Bêzar"...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder