2 Oca 2018

Kadın özgürlük mücadelesini evrenselleştirme olanak ve zorunlulukları

İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde kadın günümüzde olduğu kadar ağır, yoğun ve sistematik bir şiddete maruz kalmamıştır. Kadına yönelik şiddet, en yaygın insan hak ihlalidir. Sınır tanımıyor. Birleşmiş Milletler (BM) artık pandemi; yani tüm dünyaya yayılmış salgın hastalık olarak isimlendiriyor. 
21’inci yüzyılın ilk çeyreğindeyiz ve ataerkil sistemin sistematik saldırı savaşı ile karşı karşıyayız. Evet, sistem kadınlara karşı oldukça sistematik bir saldırı savaşı yürütüyor. Her ne kadar bu saldırıların biçim ve ifadesinde yerelden yerele ya da bölgeden bölgeye farklar söz konusu olsa da evrensel bir olgu ile karşı karşıyayız. Ve Kürt veya Ortadoğulu kadınlar olarak bu saldırıların en vahşi, en dolaysız hali olan DAİŞ gerçeği ile yüz yüze kaldık, hala da kalıyoruz. Asya kıtasında toplu tecavüzlerin giderek çoğaldığını görüyoruz. Latin Amerika’da kadın cinayetleri kırım düzeyinde işleniyor. Avrupa’da kadınların direniş ve mücadele ile kazandığı haklar iptal ediliyor. Afrika’daki savaş ve çatışmalarda cinsel şiddet en temel silah olarak kullanılıyor. ABD’de Weinstein skandalı ile patlak kültür endüstrisindeki taciz ve tecavüzün boyutları her geçen gün büyüyor. Cinsiyetçi söylem ve davranışlar üzerinden prim yapan Trump gibi bir erkeğin ABD Başkanlığına seçilmesi de, dünyanın farklı bölgelerinde faşist rejimlerin yükselişe geçmesi de ataerkil saldırı savaşından kopuk değerlendirilemez. 
Ataerkil-kapitalist sistem 21’inci yüzyılın bu ilk çeyreğinde yaşadığı yapısal kriz halini aşmak için, onun bir nevi antikorunu oluşturan kadına yönelik saldırılarını yoğunlaştırıyor. Saldırılarını sistematik bir savaş düzeyine taşıyor. Çünkü kadının özgürlük arayışının ve mücadelesinin yükseldiği noktada o gerileyecektir. Bu anlamda kadın düşmanlığının en somut ve dolaysız ifadesi olan DAİŞ ile günümüz dünyasının en etkin kadın hareketi olan Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi arasında Kobanê, Şengal ve en son da Reqa’da yaşanan savaş, ataerkillikle kadın özgürlüğünün kıyasıya çarpıştığı bir mücadele olarak görülmeli. 


Krizler hem tehlike hem fırsatlar içerir
Egemen sistemlerin yapısal krizleri her zaman hem büyük tehlike hem de büyük fırsatlar içerir. Tehlikelidir; çünkü sistemler kriz zamanlarında daha fazla saldırganlaşır. Fırsattır; çünkü aşılma koşulları olgunlaşır. Ya da Kürtçe deyimle “Heta ku xirab nebe ava nabe”. Bu anlamda bütün saldırılara rağmen kadın özgürlük mücadelesinde sıçratma gerçekleştirmek ve 21’inci yüzyılı kadın devrim çağına dönüştürmek için koşullar her zamankinden daha fazla olgunlaşmıştır. Sadece koşullar olgunlaşmamış; Ortadoğu merkezli ikinci kadın devrimini geliştirmek aynı zamanda tarihsel bir zorunluluktur. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi ise evrensel kadın özgürlük mücadelesinin öncü gücü olmaya adaydır, böylesi bir öncülük iddiasına sahiptir.
Yaşadığımız çağ her zamankinden daha fazla evrensel tarihi kendi içinde görünür kılma özelliğine sahiptir. Bu anlamda sıradan bir geçiş sürecinde bulunmayıp, tarihsel ânın en çıplak ve canlı haliyle yaşandığı bir dönemin içinden geçmekteyiz. Bu, hem demokratik-toplumsal güçler hem de iktidarcı güçler için geçerlidir. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, savunmalarında bu süreci merkezi hegemonik iktidar kuramı ile “dipten ve dıştan gelen anti-iktidar hareketleri” üzerinden tanımlayıp, 20’nci yüzyılın sonunda ataerkil-kapitalist sistemin kriz gerçeğini derinlikli bir çözümlemeye tabi tutmuştur. Kriz ve kaosu sadece nedenselliği içinde çözümlemekle kalmayıp, aynı zamanda paradigma değişikliği ve Demokratik Modernite kuramı ile evrensel ölçekte uygulanabilecek çözüm modelini de geliştirmiştir. 


Üçlü bir devrim süreci sözkonusu
Günümüzde evrensel tarihin en fazla görünürlük kazandığı üç alan; belki de Kürt gerçeği, kadın özgürlüğü ve demokratik modernite olmaktadır. En fazla bu üç gerçek üzerinden merkezi hegemonik iktidar zorlanıp, yaşadığı kriz derinleşmektedir. Aynı zamanda en fazla da bu üç gerçek arasında diyalektik bir bağ söz konusu olup, devrim olanaklarını yükseltmektedir. Bu yönüyle Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi açısından üçlü bir devrim süreci söz konusudur. Hem kadın hem Kürt hem de tarihsel toplum açısından her zamankinden daha fazla özgürleşme imkanına sahip olmakla birlikte, üç özgürleşme alanı arasında kopmaz bağlar söz konusudur. 
Burada Kürt devrimi, kadın devrimi ve insanlık devrimi hatta Ortadoğu devrimi içiçeliği önem arz etmektedir. Diyalektik bu anlamda işlemektedir. Tarihsel ânı oluşturan gerçek de budur. Önder Apo, Kürdistan gerçeği için çağın tortusu derken bunu kast etmektedir. Kürdistan somutunda düşürülme evrensel ve tarihsel olduğu için buna karşı geliştirilecek olan devrimin evrenselliği ve tarihselliği de kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Kürdistan gerçeği bu anlamda özelde Ortadoğu genelde ise bütün insanlığın mikro ifadesi iken, kadın devrimi de en büyük toplumsal devrim anlamına gelmektedir. 
Bu noktayı somut siyasi gelişmeler üzerinden ele alacak olursak şu sonuca varabiliriz: Günümüzde yaşanmakta olan Ortadoğu merkezli Üçüncü Dünya Savaşı, Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Kadın Özgürlük Mücadelesi veya devrim hareketi, doğrudan birbiriyle bağlantılı, içiçe geçen ve birbirini besleyen eşzamanlı süreçler olarak değerlendirilebilir. Yani aslına bakılırsa Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 21’inci yüzyıla ilişkin perspektiflerinin çok daha geniş bir anlam içerdiğini görebiliriz. 21’inci yüzyıl sadece kadın özgürlüğünün sağlanacağı yüzyıl olmaya aday değil; esasen 21’inci yüzyıl devrimleri kadın karakterli devrimler biçiminde gelişim gösterecektir. 20’inci yüzyıldaki dünya devrim hareketleri kadın özgürlüğünü merkezine koymadığından başarısız kalırken, 21’inci yüzyılın başında Kürdistan devrim hareketi şahsında şu gerçek kanıtlanmıştır: Hakiki devrimler kadın devrimi olmak zorundadır. Kadın özgürlüğünü merkezine almayan hiçbir devrim başarılı olamaz. 
Üçüncü Paylaşım Savaşına hazırlık kapsamında 1970’li yılların sonundan itibaren sistematik bir şekilde Ortadoğu’nun devrimci ruhunu ve güçlü direnç damarlarını yok etmeyi amaçlayan darbeler gerçekleştirildi. 1979’da Afganistan Halk Cumhuriyeti’ne askeri müdahale ve İran İslam Devrimi, bir yıl sonra ise 12 Eylül darbesi bu çerçevede değerlendirilmeli. Aryen kültürünün en köklü yaşandığı bu coğrafyada söz konusu müdahalelerle kadın özgürlük arayışına da ayrı bir darbenin vurulduğunu en fazla Afganistan ve İran somutunda görmek mümkün. Kadınlar burada 40 yıldır eril şiddetin her türlü ifadeleriyle boğuşmaktadır.


Özgürlüğü sağlama koşullarındayız
21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde evrensel ölçekte kadına yönelik geliştirilen sistematik saldırı savaşının en doğrudan, kaba ve vahşi biçiminin Ortadoğu’da, özelde de Kürdistan’da yürütülmesi tesadüfi değildir. Ataerkil kadın düşmanı sistemin en dolaysız ifadesi olarak DAİŞ’in kadın özgürlük mücadelesinin merkezini hedef alması tesadüf olarak değerlendirilemez. Yok edilmek istenen kadın devrimi, önü alınmak istenen kadın özgürlük çağıdır. Kriz içindeki ataerkil kapitalist dünya sistemi, varlığını güvence altına almak amacıyla evrensel düzeyde kadına karşı saldırı savaşını yürütürken, özgürlük ile köleliğin kıyasıya çarpıştığı yerel saha Kürdistan olmaktadır. Bu anlamda da Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi öncülüğünde yükseltilen direnişin tarihsel ve evrensel düzeydeki etkileri oldukça fazladır. 5 bin yıllık uygarlık tarihinin hiçbir aşamasında yerel ile evrensel arasındaki bağ bu denli somutlaşmamıştır. Hem halk hem cins hem de genel insanlık olarak özgürlüğümüzü sağlama koşullarına bu denli erişmemiştik. 

Anahtar sözcük öz savunma
Rosa Lüksemburg “Hareket etmezseniz zincirlerinizi fark edemezsiniz” demiştir. Günümüzde kadınlar dünyanın dört bir yanında akıllarına, kalplerine, bileklerine ve boyunlarına takılan bilekleri giderek daha fazla hissedip fark etmektedir. Eril şiddete, taciz ve tecavüze, cinsiyetçiliğe, bir bütün olarak erkek egemen sistemine karşı itirazların yükselmesi bunu gösteriyor. Elbette ki itiraz kendi başına yeterli değildir ama her direnişin, her mücadelenin başlangıcı itirazdır. Şimdi gerekli olan, yükseltilen itirazların örgütlü bir güce dönüştürülmesidir. Çünkü örgütlü olduğumuz oranda şiddeti aşabiliriz. Örgütlü olduğumuz oranda kendimizi savunabilir, ataerkil sisteme karşı etkili bir mücadele yürütebilir, özgürlük mücadelesinde mesafe kat edebiliriz. Örgütlü olduğumuz oranda asırlık fırsatları değerlendirip yüzyılımızı kadın devrim çağına dönüştürebiliriz. 
Burada temel bir anahtar sözcüğü öz savunmadır. Devlet, şiddet tekelinin kendisinde olduğunu iddia eder. Devlet için şiddet kullanmak meşru iken, toplum savunmasız kılınıyor. Aynı durum kadınlar için de geçerlidir. Özellikle de ‘özel’ alanda erkeğin kadına karşı kullandığı fiziki, cinsel veya psikolojik şiddet çoğunlukla devlet veya toplum nezdinde ‘meşru’ iken kadın büyük oranda savunmasız bırakılmıştır. Nasıl ki toplumların baskı uygulayan devlete karşı savunması ‘terörizm’ kisvesi altında kriminalize ediliyorsa aynı şekilde kadının öz savunması da hala genel olarak kabul görmüş değil. Örneğin PKK’deki kadın gerillaların varlığı uzun zaman Batı’daki kimi feminist çevrelerce ‘silah kadının doğasına terstir, kadın barışçıdır, silah kaldıran kadın erkekleşir’ gibi söylemlerle reddediliyordu. Ya da kadınlar söz konusu olunca erkek şiddetine karşı meşru müdafaa meşruiyetini yitirebiliyor. Ancak kadın katillerinde ‘hafifletici sebepler’ pekala işletilebiliyor. 

Öz savunma bir zorunluluk
Oysa şiddete karşı öz savunma kadınlar için sadece meşru bir hak değil, aynı zamanda bir zorunluluktur. Yaşamın her alanında öz savunma mekanizmalar geliştirilmeden eril şiddetin önüne geçilmesi mümkün değil. Bu anlamda her ne kadar işin silahlı boyutu öne çıkmış olsa da YPJ ve YJŞ güçleri öncülüğünde DAİŞ’e karşı yürütülen direniş “kadın silah taşıyamaz” şeklindeki tabunun kırılmasına önemli ölçüde katkı sunmuştur. Bununla birlikte özellikle de dünyanın farklı yerlerinde Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi adına konuşma yaptığımız etkinliklerde kadınlarda öz savunma ihtiyacına ilişkin bilincin yükseldiğini görebiliyoruz. Ya da Kürdistan’ın içi ve dışında birçok kadının öz savunma eğitimi almak için Kürt kadınlarına başvurması da bunun bir göstergesidir. Bu bilinç yükselmesi kadınlar açısından çok önemli bir kazanımdır. 

Mücadeleyi ortaklaştırmak acil bir görev
Fakat yeterli değildir. Çünkü yukarıda da ifade edildiği gibi dünyanın her yerinde, yaşamın her alanında savaş düzeyinde ataerkil saldırılarla karşı karşıyayız. Bu saldırılara karşı koymak için kadınlar olarak yaşamın her alanını kapsayacak düzeyde öz savunmamızı geliştirmek zorundayız. Öz savunma ise sadece fiziki savunmadan ibaret değil. Çünkü saldırılar da sadece bedenlerimizi hedef almıyor. Psikolojik, fiziki, cinsel, yapısal, ekonomik vb. her türlü eril şiddetin önünü almak nihayetinde hayallerimizi, umutlarımızı, haklarımızı aktif bir biçimde savunmamıza, yani özgür yaşamı inşa etmemize bağlıdır. Bunun içinse örgütlü olmak şarttır. Hiçbir birey tek başına şiddete karşı etkili bir mücadele yürütemez. Hiçbir birey kendini tek başına şiddete karşı koruyamaz. Ama her bireyin öz savunmaya ihtiyacı vardır. Her bireyin örgütlü olmaya ihtiyacı vardır. 
Aynı şekilde ataerkil sistemin saldırı savaşı evrensel bir olgu olduğu için eril şiddete karşı da evrensel çapta mücadeleyi örgütlü kılarak yükseltmeye ihtiyaç vardır. Yani dünya kadınları olarak çok acil bir biçimde ataerkil sisteme ve onun şiddetine karşı ortaklaşmamız gerekiyor. Çünkü karşımızdaki sistem bütünsellik içinde hareket ediyor, bizlerin de parçalı durma lüksü de şansı da yoktur. Pratik deneyimlerimizi, teorik-ideolojik analizlerimizi, mücadele strateji ve mekanizmalarımızı, örgütlenme form ve tarzlarımızı paylaşarak ortaklaşmamız, giderek mücadelemizi ortaklaştırmamız acil bir ihtiyaç ve görevdir. Bunun da ötesinde eril şiddet sonucu yaşamları ellerinden alınan milyonlarca, belki de milyarlarca kadına karşı sorumluluktur. Kürdistan Kadın Özgürlük Hareketi önümüzdeki süreçte buna dönük ulusal, bölgesel ve uluslararası düzeyde önemli çalışmalar düzenleyeceğini duyurdu. 
Ataerkil saldırıları hafife alamayız. Kadınlar olarak ağır bir süreçten geçiyoruz. Ancak umutlu ve heyecanlı olmak için fazlasıyla sebebimiz var. Her şeyden önce kadınlar olarak eril şiddetin, ataerkil zihniyetin ve cinsiyetçiliğin kökenlerini dibine kadar çözümleyebilmiş durumdayız. Sorunu her yönüyle tespit edebilmişiz. Mücadele araç ve gereçlerine de sahibiz. Gerekli olan örgütlülüğü büyütüp, ortaklaşma ve ittifaklaşmayı sağlamaktır. Bütün koşullar 21. yüzyılı kadın özgürlük yüzyılına dönüştürmek için son derece müsaittir. Yeter ki bu farkındalık, bilinç ve sorumluluk ile kendimizi yapılandırıp örgütleyelim.

21 Kasım 2017'de Yeni Özgür Politika'da yayımlandı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder