25 Ağu 2012

Bir linç dalgasının kronolojisi

Hitler faşizminin ölümcül rüzgarının estiği yıllarda yüzbinlerce, belki de milyonlarca insan Auschwitz veya Dachau gibi, insanlığın bittiği yerlerde son yitmemek için kaçak yollara düştü. Niceleri ABD, Fransa ve farklı ülkelere kavuştu. Kimi, sığınak sandıkları limanlarda kabul edilmeyip ölüme yollandı. Kimi de, Nazilerin eline düşmemek için kendi eliyle hayatına son verdi. Fransa-İspanya sınırında, Gestapo'ya teslim edilmemek için zehir içen Walter Benjamin gibi... 
"Siyasi nedenlerden dolayı baskı görenler iltica hakkına sahip". Alman anayasası böyle diyor. Ama siyasiler öyle demiyor. Dünyanın dört bir yanında - çoğunlukla Batı'nın emperyalist ve sömürgeci politikaları sonucu - çatışma ve savaşlar artış gösterince, 1990'lı yılların başında Almanya'ya göç dalgası da yükselir. 1989'da Almanya'ya iltica edenlerin sayısı 120 bin dolaylarında iken, bir yıl sonra 190 bin, 1991 yılında yaklaşık 260 bin, 1992'de ise 440 bin mülteci gelir. Bahsi geçen dönem, Türk devletinin - Alman silah destekli - kirli savaşının da yükselip, köyleri yakılıp yıkılanların yoğun bir şekilde Almanya'ya sığındığı yıllardır.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın, - eski Sovyet - Doğu Almanya'ya has bir gerçek olduğu propagandası, sıkça yapılır. Oysa Berlin Duvarı'nın yıkılışından önceki yıllarda, 1980'lilerin sonlarında Batı Almanya'da toplum içinde yabancı düşmanlığı yükselişe geçer, ardından Doğu'ya da yayılır. Bu eğilim, bugünün de iktidar partisi CDU tarafından siyasi emellere alet edilir. Kendilerinden uzaktaki savaşlarda - Alman silahlarla da - insanlar katlediliyordu. Egemen ulus zihniyetine has bir umarsız/utanmazlığa sahip muhafazakar 'demokrat' siyasiler, böyle bir gerçek varken Eylül 1991'de temel bir hak olan iltica hakkını ortadan kaldırmak için kolları sıvamaya başladı. Öyle ki CDU'nun seçim afişlerindeki "İltica suistimaline son"sloganı sokakları 'süslemeye' başladı; parti genel merkezi, yerel yönetimlere daha fazla ilticacı kabul edilmemesi için genelgeler gönderdi. Yabancı düşmanlığı üzerinden kendini tanımlayan partilerin aldığı oy oranı tavan yaparken, ülkenin dört bir yanında iltica kamplarından alevler yükseliyordu. "Öfkeli kalabalık"lar, neredeyse her gün 'misafir işçi'lerle ilticacıların yaşadığı binaları ateşe veriyordu. 
Her pogromun bir basın ayağının olduğunu, en geç Goebbels'den beri biliriz. 90'ların başında da göçmenlere ve mültecilere karşı linç atmosferinin yaratılmasında medyanın rolü büyüktü. Spiegel dergisi, Alman bayrağının renklerini taşıyan ve insan selinde batacak gibi olan bir gemi resmi ile birlikte "Mülteciler, Göçmenler, İlticacılar: Fakirlerin hücumu" manşetini kapağına taşıdı. Tetikçi medyanın vazgeçilmezi Bild, "Neredeyse dakika başı yeni bir ilticacı - gemi ne zaman batacak?" manşetiyle çıktı. Frankfurter Allgemeine Zeitung, "iltica turistleri"başlığını atmaktan çekinmedi. 
Çoğunlukla gençlerden oluşan, ancak neonazilerce yönlendirilen güruhlar, yabancılara saldırırken kendilerince 'halkın istemi'ni yerine getiriyordu. Söz konusu olan, 'yabancılaştırılmaya' karşı meşru bir 'direniş' idi. Onlar birer iyi yurttaş olarak, ülkelerindeki durum gayet yerinde iken Almanya'ya gelip, burayı 'sömüren', ödedikleri - aslında işsiz olmaları nedeniyle ödemedikleri - vergi ile geçinen, kara kafa ve tenleri ile 'ari' beyazı görüntüyü bozan 'asalak'lardı. Siyasi iktidar da öyle diyordu, basın da. 
Bundan tam 20 yıl önce Rostock'taki linç günlerini, işte bu arka plan ile birlikte okumalı...
* * *
22 Ağustos 1992. Akşamın erken saatleri. Duvarındaki ay ışığı mozaiği nedeniyle "Ay Işığı Evi" denen ve ilticacıların barındığı yüksek binanın önünde yüzlerce kişiden (hemen hemen tümü erkek) oluşan faşist bir güruh toplanıyor. Kaldırım taşları sökülüp, "Almanya Almanların" (Türkiye de Türklerin ya...) ve Nazi sloganları eşliğinde fırlatılıyor. Molotof kokteylleri balkonlara atılıyor, araçlar devrilip yakılıyor. Yaklaşık 30 üniformalı polis geliyor. Güçleri yetmiyor, güruh onlara saldırıyor. Polis, takviye isteyeceğine olay yerinden ayrılıyor. Binanın içindeki ilticacılar korunmasız bir şekilde geride bırakılıyor. Polis, kendini korumanın derdinde. Saat gece 2 sularında, iki tazyikli su aracı gönderiliyor. Ama güruh sabah 5'e kadar dağılmıyor. Sanmayın polis müdahalesi nedeniyle; yok, saldırmak onları yormuştu, geri gelmek üzere dinlenmeye gideceklerdi. O gün, kimsenin hakkında işlem yapılmadığı gibi, tek bir isim bile kayda geçirilmedi. 
* * *
23 Ağustos. Pazar günü. Saat 12. Aynı iltica binasının önünde yaklaşık 100 kişi toplanmış. Onlara gün içinde bütün Kuzey Almanya'dan "ünlü" faşistler katılacaktı. Saat 17:30 sularında, bir grup binaya önden bira şişeleri ve taşlarla saldırırken, 200 kişi de arkadan saldırıya geçiyor. 15 dakika sonra ilk kez binayı basıyorlar. Saat 18:00'de olay yerine gelen polis, 6. kata kadar çıkmış olan saldırganları çıkarıyor. O gün de "aciz" kalan polisin araçları yakıldı. Pazarı pazartesiye bağlayan gece, polisle faşistler arasındaki çatışmalarda 74 polis yaralandı. Ki linççilerin sayısı polislerin 2-3 katı idi. Gece ayrıca 130 kişi kısa süreliğine gözaltına alındı. Bunların yarısı, mültecileri yalnız bırakmayan solculardan oluşuyordu. 
* * *
24 Ağustos. Pazartesi. Sabah saatlerinden itibaren Ay Çiçeği Evi'nin önünde toplanan kalabalık, giderek büyüyor. Uzaktan bakıldığında halk şenliğini anımsatacak. Ancak bayram havasında kutlama yapanlar, ilticacıların otobüslere bindirilip götürülmesini kutluyor. İş bittikten sonra, polis çekiliyor. Ama faşist güruh, hala orada. Yan binada, 100'ü aşkın Vietnamlı "misafir işçi" yaşıyor. Şimdi sıra onlarda. "Almanya Almanların! Yabancılar Defolun!" sloganları yükseliyor. Polisle çatışmalar yeniden başlıyor. Takviye gelmiyor çünkü polis şefi önceden yardıma ihtiyaçlarının olmayacağını söylemişti. Sonra saat 20:00'de, saldırıların şiddetlendiği bir anda, polisler aldıkları talimat doğrultusunda tamamen çekiliyor. İçeride 115 Vietnamlı, dışarıda yüzlerce linççi. Polisi alt ettikten sonra artık rahatça işlerine bakabilirler. Alkışlar ve sloganlar eşliğinde binaya taş ve molotof kokteylleri atılıyor. Coplarla içeri dalanlar, önlerine çıkan herşeyi kırıyor. Bağırıyorlar: "Hepinizi yakalayacağız!", "Şimdi yanacaksınız!" Getirdikleri benzini döküp, tamamen savunmasız ve korumasız insanların bulunduğu binayı ateşe veriyorlar. Tıpkı Sivas'ta yapıldığı gibi. 
Rostock Emniyet Müdürlüğü'nün, evin yakıldığı haberini aldığında saat tam 21:25. Ama itfaiyeye haber verilmiyor. İtfaiye, saat 21:38'de, aldığı bir telefondan binanın iki alt katının yandığı haberini alıyor. Anında olay yerine hareket ediyor ama içeri giremiyor. Çünkü binanın önü, yaktıkları ateşin etrafında "Hepiniz yanacaksınız!" diye bağıran faşistlerle dolu. Etrafta tek bir polis yok. Ama o bin faşiste alkışlarla eşlik eden 4 bin de "vatandaş" hazırdı. Sabahın erken saatlerinde, yıkılan ülkelerini yeniden inşa etmeye gelen Vietnamlı misafir işçilerin bindirildiği otobüslerin etrafını sarıp, ırkçı sloganlar atacaklardı.
* * *
Ay Çiçeği Evi'ndeki ilticacılarla işçilerin, ardındaki günlerde yaşadığı onur kırıcı uygulamalardan hiç söz etmeyeyim. Zaten bu sayfaya sığmaz. 
Onlar, ay çiçeği mozaikli binaya hiç dönmediler. Linççiler kazandı. Ve onlarla birlikte, pogromcu basının desteklediği siyasiler. Zira ilticacıların yaşadığı ve tamamen tesadüf ve şans eseri can kaybına yol açmayan bu faşist saldırıdan sonra iltica hakkı bir temel hak olarak anayasadan çıkarıldı. 
* * *
Rostock'taki pogrom günlerinin tam 20. yıldönümünde Antep ve farklı şehirlerde BDP'nin il ve ilçe binaları yanıyordu. Başka söze gerek yok.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder