12 Ara 2012

Opel; bir kış masalı

1885 yılında, o dönem 41 yaşındaki bir makine mühendisi olan Carl Benz, dünyadaki ilk motorlu arabayı kamuoyuna sunduğunda, yaşadığı Mannheim’da insanların büyük çoğunluğu “atsız araba”sına gülüp geçmiş. 3 tekerlekli motorlu aracının ulaşımda devrim anlamına geldiğini o günlerde gören tek kişi, eşi Bertha imiş. Başka da herkes otomotif mucidi ile dalga geçmiş.
Ardından çok kısa bir süre içinde otomotif sektörü dünyadaki en büyük ve karlı üretim alanı haline geldi. Sırf 1900 yılında dünya çapında araba üreten 2 bin 500’ü aşkın firma bulunuyordu. Almanya ise temel üreticilerin başında geliyordu. Günümüzde de Çin ve ABD’den sonra dünyadaki üçüncü büyük otomotif üreticisidir. Ülke içinde de otomotif sektörü, cirosu itibariyle en önemli endüstriyi teşkil ediyor. 2008 yılında, 747 bin insanın çalıştığı bu sektörde yaklaşık 350 milyar Euro kar elde edildi.
Fakat 2008/2009’da küresel mali krizin Almanya’da vurduğu ilk alan da otomotif sektörü oldu. Sektör içerisinde krizden en fazla etkilenen ise, aylarca ülke gündeminden düşmeyen Opel oldu.


1898’de Rüsselsheim’da Opel kardeşleri tarafından kurulan şirket, 1920’li yılların sonunda Almanya’daki en büyük otomotif üreticisine yükseldi. 1928’de Reich’da üretilen arabaların yüzde 44’ü Opel markalı idi. Ancak Opel tam da zirvesini yaşadığı bir dönemde, yaklaşan Büyük Buhran nedeniyle el değiştirdi. 1928’in sonunda komandit şirketten anonim şirkete dönüştürülen Opel’in yüzde 80’i Mart 1929’da ABD’li otomotif şirketi General Motors’a (GM) satıldı. 1931’deki küresel mali krize kadar geri kalan yüzde 20 de GM’nin oldu.
Almanya’daki bütün firmalar gibi Opel için de İkinci Dünya Savaşı’nın ardından yeni bir dönem başladı. Rüsselsheim’daki üretime yeniden başlandı, ayrıca 1960’da Bochum’da yeni bir üretim merkezi oluşturuldu. Ve Bochum ile birlikte Opel’in en parlak dönemi başladı. Biliniyor, 1960’lı yıllarda Türkiye ve Kuzey Kürdistan’dan da çok sayıda “misafir işçi” Almanya’ya geldi, bunların büyük bir kısmı otomotif sektöründe çalıştı. Rüsselsheim’da günümüzde bu kadar yoğun bir Dêrsimli kitlenin yaşıyor olması da Opel’den bağımsız değildir sanırım. 60’lı ve 70’li yıllarda, yurtdışından ‘ithal’ edilen ucuz iş gücünün de desteğiyle hem genel olarak sektörde ama özel olarak da Opel’de deyim yerindeyse patlama yaşandı, satış rakamları dimdik bir şekilde yükseldi. Opel de Volkswagen’den sonra Batı Almanya’daki ikinci büyük otomotif üreticisiydi, hatta bazı modellerde piyasa birincisiydi.
Yükseliş elbette ki kapitalist koşullarda sonsuza dek süremezdi ve 1980’li yıllardan itibaren düşüş start aldı. Bunda, Birinci Körfez Savaşı’nın neden olduğu petrol krizi de etkili oldu. 1980’de Opel, tarihinde ilk defa zarar etti ve 7 bin 500 kişiyi işten çıkardı. 1990’ların başında ise, ABD’den ithal edilen yönetim kurulu başkanlarının sık sık değiştiği bir dönemde tarihinin en büyük krizini yaşadı. Her yerde olduğu gibi Opel’de de her kriz, işten çıkarmalarla hafifletilmeye çalışıldı. Bir yanda CEO’lara ve yönetim kurulu başkanlarına dudak uçuklatan maaşlar verilirken, fabrika işçileri kolaylıkla ekmeklerinden edilebiliyor, kalan işçilerden ise maaşlarının düşürülmesine razı olmaları istenebiliyordu. Şirket yönetimi, her defasında işçilerden biraz daha sabır göstermelerini isteyip sorunların kısa sürede çözüleceğini vaat ederken, gerçek hep tam tersi oldu, çözümsüzlük daha da derinleşti. Öyle ki Almanya’daki Opel çalışanlarının sayısı 1996’dan 2006’ya kadar 44 bin 700’den 27 bin 600’e düştü.
2008’de patlak veren ve 2010’a kadar gündemde kalan Opel krizinin sona erdiği sanılmıştı ama önceki gün kara haber geldi: Opel’in Bochum tesislerindeki otomobil montajı 2016’da sona erdirilecek. Böylece yaklaşık 4 bin 300 insan (bunların bini taşeron işçisi) işsiz kalacağı gibi, Bochum tesislerine bağımlı binlerce insan dolaylı bir şekilde etkilenecek.
Opel şefi Thomas Sedran, bu haberi 40 saniyelik bir konuşma ile verdikten hemen sonra arka kapıdan kaçarken, işçiler ve sendikalılar “kör eylemcilik”ten uzak “çok yaratıcı” bir biçimde yanıt vereceklerini duyurdu. Şirket yönetimi, düşük talep karşısında yüksek kapasitelerin böyle bir kararı zorunlu kıldığını söylerken işçiler, şirketin yıllardan beri yanlış yönetildiğini ve yönlendirildiğini vurguluyor.
Önümüzdeki dönemde en fazla da Opel’de emek verenlerin omuzlarındaki yük artacaktır. Onlar, etkili bir mücadele perspektifini geliştirebilmek için krizin sebeplerini hem mikro hem de makro düzeyde çok yönlü bir şekilde analiz edip doğru sonuçlar çıkarmak zorunda. Ve bunu yaparken belki de, Bochum’un içinde bulunduğu Ruhr bölgesinin çok eski olan direniş geleneğinden yeniden ilham almalılar.
Son bir not: Bu durum karşısında özeleştiri vermesi gerekirken (sahi, bu ülkede siyasi sorumluluk taşıyanlar ne zaman özeleştiri verdi ki?), bunu yapmayacaksa hiç olmazsa Merkel’i örnek alıp susma akıllılığını göstermesi gerekirken Federal Ekonomi Bakanı FDP’li Rösler’in ABD’deki General Motors merkezini sorumlu tutup suçlaması, en hafif deyimle yüzsüzlük, utanmazlık. Ama bu tavrı, Alman hükümetinin Opel meselesine yaklaşımını da iyi özetliyor. 


http://www.yeniozgurpolitika.org/index.php?rupel=nivis&id=2963

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder